Metin UYGUN
Köşe Yazarı
Metin UYGUN
 

Siyonizmin Doğuşu ve Gelişimi, Modern Manada Siyonizmi Fikirleştirenler ve Faaliyetleri

İsrail Filistin meselesi denilince akla Siyonizm gelir. İsrail’in kurulmasında, Filistin’e yerleşmesinde Siyonizm’in rolü büyüktür. Bu yüzden Siyonizm konusuna eğilmek gerekiyor. Siyonizmin kökü olan Siyon kelimesi, Musevi tarihinin ilk çağlarından beri Kudüs ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Filistin’deki Musevi tapınağının Babilliler tarafından yıkılmasından sonra özel bir anlam kazanan kelime yurtlarından kovulmuş Yahudi halkının Filistin’e dönme arzusunu, hasretini benliğinde toplayan, yaşatan duyguyu ifade ede gelmiştir hep. Kelimenin çok eski bir geçmişi olmasına rağmen, bir siyasi akımı simgeleyerek kullanılması yani modern manada ilk defa 19. Yüzyılın son dönemlerinde bir Rus Yahudisi olan ve (1864-1937) yılları arasında yaşayan Nathan Birnbaum tarafından kullanılmıştır. Bu durum şu şekilde gerçekleşmiştir. Birnbaum kendisinin çıkarttığı “KENDİ KENDİNE KURTULUŞ” adındaki derginin 1 Nisan 1890 tarihli sayısında Siyonizmi, Musevileri Filistin’de yerleştirmek amacını güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasi parti örgütü olarak kurulması olarak anladığını dile getirmiştir. Birnbaum tarafından dolaşıma sokulan bu terim kısa bir süre sonra Yahudi çevrelerince benimsenmiş ve giderek Musevi milliyetçileri tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Siyonizm, zamanla Musevileri Filistin’de yerleştirme girişimlerini ifade eden bir anlam kazanmıştır. Böylece 19. Yüzyılın ikinci yarısında Batı siyasal düşünce sistemleri içinde filizlenen Siyonizm, Yahudilerin Filistin’de bağımsız bir devlet kurarak yerleşmesi ve orada Yahudiliğin tüm kurumları ile dirilmesini amaçlayan evrensel bir hareket olarak genel bir anlam kazanmıştır. Siyonizm fikri, Siyonizm’in başlangıç noktası Musevilerin dini inanç ve geleneklerine dayanır. Musevilerin Siyon dedikleri Kudüs ve çevresine dönme ve o kutsal topraklarda Süleyman Mabedini yeniden inşa etme hülyası, Eski Ahit’in ana prensibini oluşturur. Siyonu yeniden canlandırma hülyasının Museviler arasında ilk savunucuları dinci çevrelerdir. Bu hülyayı, bu fikri modern anlamda bir çerçeveye oturtan, dini inançlar ile Siyonizm arasında ilk köprüyü iki din adamı, iki ruhban kurmuştur. Bunlar Haham Alkalai ve Kalischer’dir. Judan Alkalai (1789-1878) yılları arasında yaşamıştır. Belgrad yakınlarındaki Semlin köyünde dini görev yapan kendi halinde birisidir. Alkalai, Musevilerin kefaretinin bir an önce tamamlanıp Filistin’e dönüş fikrini 1840 Şam katliamı ve bu katliama karşı oluşan tepkiden sonra benimsemiştir. Bir Fransisken papazının  esrarengiz bir şekilde ölmesini Şam Yahudilerinden bilen Şam Hıristiyan toplumu, Musevi mahallelerini basarak orada yaşayan Yahudileri öldürürler. Bu durum Avrupa kamuoyunu ayağa kaldırır ve Osmanlı Devletine protestolar çekilir. İngiltere ve Fransa ile Musevi toplumlarının liderleri, Doğu’da yaşayan Musevilerin can ve mal güvenliklerinin emniyet altına alınması için Osmanlı hükümeti ve Avrupa devletleri nezdinde yoğun bir şekilde faaliyete girişmişler ve Osmanlı Devleti’nin çatısı altında yaşayan Musevilerin Avrupa Devletlerinin koruması altına alınmalarını sağlamışlardır. Bu olay ruhban Alkalai ve onun gibi düşünen bazı Musevi ruhbanlarda, Musevilerin insan girişimiyle kefaret sürecinin hızlandırılabileceği düşüncesini doğurmuştur. Bu umutla Alkalai, Semlin köyündeki görevini bırakmış ve tüm Avrupa’yı dolaşarak bu düşüncesini benimsetebilmek için uğraşmıştır. Bu uğraşlarının sonunda diğer Musevilere örnek olması için Filistin’e yerleşmiştir. Hayatının son zamanlarına kadar Musevi milli kimliğinin kurulabileceğine ve bunun için de modern anlamda siyasi bir teşkilâtlanmanın gerekli olduğuna inanmıştır. Bu konudaki öncü kişilerden birisi de Zevi Hirsch Kalischer’dir. Kalischer (1795-1874) yılları arasında yaşamıştır. Doğu Prusya’nın Thorn şehrinde hahamlık yapan Polonya doğumlu bir Musevi aydınıdır. Gençliğinde Fransa ve Almanya’da Aydınlık Çağının bir gereği olarak Musevilere medeni hak ve özgürlüklerin dağıtıldığını görmüş, Rostchildler gibi bazı Musevi ailelerin kendilerini batı toplumuna kabul ettirdiklerine, bu toplumda siyasi ve ekonomik güce ulaştıklarına şahit olmuştur. Bütün bunlar Kalischer’e göre, Musevilerin sürgünde iken kefaretlerini doldurmaya başladıkları anlamını ifade eder. Kalischer, ilahi kehanetin bu aşamada bırakılmayıp insan girişimiyle daha ileriye götürülerek, Musevilerin son amacı olan kutsal topraklarda bir bayrak altında toplanmasını teklif eder. Bunun için Avrupa’nın Musevi topluluklarının liderleri birleşmeli, bir dernek kurmalı ve bu dernek de Musevi egemenliğinin Filistin’de yeniden tesis edilebilmesi için çalışmalıdır. Kalischer 1836 tarihinde Rostchildler’e zamanın Filistin ve Mısır Valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan Kudüs’ün satın alınması için bir girişimde bulunmalarını rica etmiştir. Aynı isteği bir süre sonra Moses Montefiore’ye de tekrarlamıştır. Kalischer’in bu çabaları somut bir sonuç vermez ama onun fikirleri değerlendirilerek “EVRENSEL İSRAİL OĞULLARI BİRLİĞİ” ismini taşıyan teşkilat, yeryüzündeki Musevilere yardım amacı ile 1870 yılında Yafa’da “İsrail’in Umudu” isimli bir tarım okulu ve yerleşim merkezi kurmayı kabul etmiştir. Bu iki din adamı dışında Yahudi milli kimliğinin oluşması, Siyonizmin teşkilatlanması için hem fikir ve hem de faaliyet olarak gayret gösteren başka aydınlar da olmuştur. Bunlardan birisi de Moses Hess’dir. Hess, (1812-1875) yılları arasında yaşamıştır. Bonn’da doğan Hess, Karl Marks ile sınıf arkadaşıdır ve kendisini Marks ile sosyalizme adamıştır.  Hess’’e göre Yahudi Sorunu Musevilerin içinde yaşadıkları toplumlarla bütünleşmesi ile çözülemez. Reform ile asimilasyon Musevilerin ırki özelliklerini bir çırpıda silemez. Hess, bu konudaki görüşlerini “Din değiştirmek bile Musevileri Yahudi aleyhtarlığının baskısından kurtaramaz. Almanlar, Yahudilerin ırklarından ve burunlarından onların inançlarından daha fazla nefret ediyorlar. Reform, din değiştirme, eğitim ve medeni haklara kavuşma, hiçbiri Alman Yahudilerine toplumun kapılarını açamaz”  sözleriyle açıklamaktadır. Ona göre Yahudi Sorununu çözmenin tek yolu Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmaktır. O zamanlar Filistin topraklarını elinde bulunduran Osmanlı Devleti’nin durumu da kötüdür. Avrupa’nın Hasta Adamıdır. Hess Filistin de bir Yahudi Devletinin kurulmasıyla Osmanlı Devleti’nin de dirileceğini umar. Avrupa’nın bu devleti onaylayacağı düşüncesindedir. Osmanlıların da buna itiraz etmeyeceğine inanır ve Babıâli’ye “Bize ülkemizi geri verin, bizim paramızla da çürüyen imparatorluğunuzun diğer taraflarını tamir edin” diye seslenir. Museviliğin millet oluşturacak niteliklere sahip olduğu fikrini savunan diğer bir Yahudi aydını da Odessalı doktor Yehuda Leib Pinsker’dir. (1821-1891) yılları arasında yaşamıştır. Moskova Üniversitesi’nde tıp eğitimi görmüş, Kırım Savaşı sırasında kolera ile mücadelede gösterdiği başarıdan dolayı Çar tarafından ödüllendirilmiştir.  Pinsker, Rusya’da yaşayan Musevilerin Ruslar gibi bazı medeni hak ve özgürlüklere sahip olabileceklerine inanmaktadır. Bu inancından dolayı “Museviler Arasında Rus Kültürünü Yayma Derneği”ne üye olmuş, hatta Rusça bir dergi çıkartmaya çalışmıştır. 1881 yılından itibaren Rusya’da başlayan Musevi soykırımı Pinsker’e tüm iyi niyetlerine rağmen diğer milletlerle birlikte yaşamayacaklarını göstermiştir. 1882 yılında soykırıma tepki olarak aslı Rusça olan “Kendi Kendine Kurtuluş” isimli bir eser kaleme alarak Yahudi Sorununu teşhis ederek ve çözüm yollarını göstermiştir. Pinsker’e göre Doğuda olsun,  Batı da olsun Yahudi aleyhtarlığı, tedavisi olmayan psikolojik bir hastalıktır. Bu hastalık kalıtımsal olduğu için  de zamanla geçmesi mümkün değildir. Meselenin özü ise, Musevilerin yaşadıkları ülkelerde kendilerine has yaşam tarzlarını, kültürlerini koruyarak ayrı bir ulus oluşturmalarıdır. Museviler bu özelliklerinden dolayı ev sahibi milletler tarafından hoş görülmüyorlardı. Bu durum Yahudilerin yaşadıkları hemen her ülkede aynıdır. Bütün bunlara rağmen Pinsker, sorunun Devletler arası politikada eşitlik ve karşılıklı saygı ilkesi çerçevesi içinde İsrailoğullarının diğer milletlerle eşit bir statüye kavuşmasıyla çözülebileceğini iddia eder. Bunun için de Yahudilerin eski topraklarına dönerek orada milli egemenlik prensibine dayalı bağımsız bir devlet kurarak milletler cemiyetine mensup diğer milletlerle eşit bir statüye sahip olmaları gerektiği, böylece Yahudileri kınamak ve aşağılamak için bir neden kalmayacağı düşüncesindedir. Bu düşüncenin gerçekleşmesi için önce Filistin’de kolonizasyon gerekli olduğunu, bunun ileride başvurulacak diplomatik çabalara zemin hazırlayacağını savunmaktaydı. Ona göre Kolonizasyon, diplomasinin öncüsü ve hazırlığı olmalıdır. Sonucu değil. Filistin’deki kolonileşmiş Yahudi Yerleşim merkezleri Siyonistlerin büyük Avrupa devletleri ile olan diplomatik görüşmelerinde politikalarının temel taşı, Batı’yı siyonizme ikna edecekleri bir koz olmalıdır. Yahudiler Avrupa devletlerine Filistin’de Yahudi ulusal yurdu kurmak için haklı bir gerekçe gösterebilirlerse, Batı Siyonizmin tezini kabul edebilirdi. Batının bu tezi benimsemesi demek Osmanlı Devleti’ne Filistin’de siyonsitlerin istediklerine kavuşabilmeleri için gerekli baskıyı yapmaları demektir. Pinsker’in düşüncelerini benimseyen Musevi toplulukları yöresel dernekler kurarlar. Tarihe “Siyon Aşıkları” denen bu hareket Rusya ve Doğu Avrupa’da hızlı bir şekilde gelişir. Üye sayısı kalabalıklaşır. Beli bir gelire ulaşır. Pinsker teşkilatlanma yolunda bazı faaliyetlerde bulunur. Kongreler düzenler. Kongrelerde Filistin’e yerleşen kolonizatör Yahudilerin ihtiyaçları, hayatlarını devam ettirmeleri için çözüm yolları üzerinde çalışmalar yapılır. Filistin’deki Yahudilere para yardımı yapmak için Avrupa’daki bazı şehirlerde şubeleri olan bir teşkilat kurar. Bu gayretlerin neticesinde Filistin’deki Musevi nüfus ve faaliyetler artmaya başlamıştır. Görüldüğü gibi Siyonizm fikrini ele alan din adamları ve diğer aydınların fikirlerinde, teşebbüslerinde hep Filistin’e yerleşme fikri vardır. Ortak nokta Filistin’e yerleşmektir. Filistin’e yerleştikten sonraki durum hepimizin gözü önünde cereyan ediyor zaten.   Selam ve muhabbetle. Kaynak: Mim Kemal Öke, Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1914), Üçdal Neşriyat, 1992.   Youtube Kanalım: https://www.youtube.com/@metinuygun713
Ekleme Tarihi: 23 Ekim 2023 - Pazartesi
Metin UYGUN

Siyonizmin Doğuşu ve Gelişimi, Modern Manada Siyonizmi Fikirleştirenler ve Faaliyetleri

İsrail Filistin meselesi denilince akla Siyonizm gelir. İsrail’in kurulmasında, Filistin’e yerleşmesinde Siyonizm’in rolü büyüktür. Bu yüzden Siyonizm konusuna eğilmek gerekiyor.

Siyonizmin kökü olan Siyon kelimesi, Musevi tarihinin ilk çağlarından beri Kudüs ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

Filistin’deki Musevi tapınağının Babilliler tarafından yıkılmasından sonra özel bir anlam kazanan kelime yurtlarından kovulmuş Yahudi halkının Filistin’e dönme arzusunu, hasretini benliğinde toplayan, yaşatan duyguyu ifade ede gelmiştir hep.

Kelimenin çok eski bir geçmişi olmasına rağmen, bir siyasi akımı simgeleyerek kullanılması yani modern manada ilk defa 19. Yüzyılın son dönemlerinde bir Rus Yahudisi olan ve (1864-1937) yılları arasında yaşayan Nathan Birnbaum tarafından kullanılmıştır.

Bu durum şu şekilde gerçekleşmiştir. Birnbaum kendisinin çıkarttığı “KENDİ KENDİNE KURTULUŞ” adındaki derginin 1 Nisan 1890 tarihli sayısında Siyonizmi, Musevileri Filistin’de yerleştirmek amacını güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasi parti örgütü olarak kurulması olarak anladığını dile getirmiştir.

Birnbaum tarafından dolaşıma sokulan bu terim kısa bir süre sonra Yahudi çevrelerince benimsenmiş ve giderek Musevi milliyetçileri tarafından kullanılmaya başlanmıştır.

Siyonizm, zamanla Musevileri Filistin’de yerleştirme girişimlerini ifade eden bir anlam kazanmıştır.

Böylece 19. Yüzyılın ikinci yarısında Batı siyasal düşünce sistemleri içinde filizlenen Siyonizm, Yahudilerin Filistin’de bağımsız bir devlet kurarak yerleşmesi ve orada Yahudiliğin tüm kurumları ile dirilmesini amaçlayan evrensel bir hareket olarak genel bir anlam kazanmıştır.

Siyonizm fikri, Siyonizm’in başlangıç noktası Musevilerin dini inanç ve geleneklerine dayanır. Musevilerin Siyon dedikleri Kudüs ve çevresine dönme ve o kutsal topraklarda Süleyman Mabedini yeniden inşa etme hülyası, Eski Ahit’in ana prensibini oluşturur.

Siyonu yeniden canlandırma hülyasının Museviler arasında ilk savunucuları dinci çevrelerdir. Bu hülyayı, bu fikri modern anlamda bir çerçeveye oturtan, dini inançlar ile Siyonizm arasında ilk köprüyü iki din adamı, iki ruhban kurmuştur. Bunlar Haham Alkalai ve Kalischer’dir.

Judan Alkalai (1789-1878) yılları arasında yaşamıştır. Belgrad yakınlarındaki Semlin köyünde dini görev yapan kendi halinde birisidir.

Alkalai, Musevilerin kefaretinin bir an önce tamamlanıp Filistin’e dönüş fikrini 1840 Şam katliamı ve bu katliama karşı oluşan tepkiden sonra benimsemiştir. Bir Fransisken papazının  esrarengiz bir şekilde ölmesini Şam Yahudilerinden bilen Şam Hıristiyan toplumu, Musevi mahallelerini basarak orada yaşayan Yahudileri öldürürler. Bu durum Avrupa kamuoyunu ayağa kaldırır ve Osmanlı Devletine protestolar çekilir. İngiltere ve Fransa ile Musevi toplumlarının liderleri, Doğu’da yaşayan Musevilerin can ve mal güvenliklerinin emniyet altına alınması için Osmanlı hükümeti ve Avrupa devletleri nezdinde yoğun bir şekilde faaliyete girişmişler ve Osmanlı Devleti’nin çatısı altında yaşayan Musevilerin Avrupa Devletlerinin koruması altına alınmalarını sağlamışlardır.

Bu olay ruhban Alkalai ve onun gibi düşünen bazı Musevi ruhbanlarda, Musevilerin insan girişimiyle kefaret sürecinin hızlandırılabileceği düşüncesini doğurmuştur. Bu umutla Alkalai, Semlin köyündeki görevini bırakmış ve tüm Avrupa’yı dolaşarak bu düşüncesini benimsetebilmek için uğraşmıştır. Bu uğraşlarının sonunda diğer Musevilere örnek olması için Filistin’e yerleşmiştir. Hayatının son zamanlarına kadar Musevi milli kimliğinin kurulabileceğine ve bunun için de modern anlamda siyasi bir teşkilâtlanmanın gerekli olduğuna inanmıştır.

Bu konudaki öncü kişilerden birisi de Zevi Hirsch Kalischer’dir. Kalischer (1795-1874) yılları arasında yaşamıştır. Doğu Prusya’nın Thorn şehrinde hahamlık yapan Polonya doğumlu bir Musevi aydınıdır. Gençliğinde Fransa ve Almanya’da Aydınlık Çağının bir gereği olarak Musevilere medeni hak ve özgürlüklerin dağıtıldığını görmüş, Rostchildler gibi bazı Musevi ailelerin kendilerini batı toplumuna kabul ettirdiklerine, bu toplumda siyasi ve ekonomik güce ulaştıklarına şahit olmuştur. Bütün bunlar Kalischer’e göre, Musevilerin sürgünde iken kefaretlerini doldurmaya başladıkları anlamını ifade eder.

Kalischer, ilahi kehanetin bu aşamada bırakılmayıp insan girişimiyle daha ileriye götürülerek, Musevilerin son amacı olan kutsal topraklarda bir bayrak altında toplanmasını teklif eder. Bunun için Avrupa’nın Musevi topluluklarının liderleri birleşmeli, bir dernek kurmalı ve bu dernek de Musevi egemenliğinin Filistin’de yeniden tesis edilebilmesi için çalışmalıdır.

Kalischer 1836 tarihinde Rostchildler’e zamanın Filistin ve Mısır Valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan Kudüs’ün satın alınması için bir girişimde bulunmalarını rica etmiştir. Aynı isteği bir süre sonra Moses Montefiore’ye de tekrarlamıştır. Kalischer’in bu çabaları somut bir sonuç vermez ama onun fikirleri değerlendirilerek “EVRENSEL İSRAİL OĞULLARI BİRLİĞİ” ismini taşıyan teşkilat, yeryüzündeki Musevilere yardım amacı ile 1870 yılında Yafa’da “İsrail’in Umudu” isimli bir tarım okulu ve yerleşim merkezi kurmayı kabul etmiştir.

Bu iki din adamı dışında Yahudi milli kimliğinin oluşması, Siyonizmin teşkilatlanması için hem fikir ve hem de faaliyet olarak gayret gösteren başka aydınlar da olmuştur. Bunlardan birisi de Moses Hess’dir. Hess, (1812-1875) yılları arasında yaşamıştır. Bonn’da doğan Hess, Karl Marks ile sınıf arkadaşıdır ve kendisini Marks ile sosyalizme adamıştır.  Hess’’e göre Yahudi Sorunu Musevilerin içinde yaşadıkları toplumlarla bütünleşmesi ile çözülemez. Reform ile asimilasyon Musevilerin ırki özelliklerini bir çırpıda silemez.

Hess, bu konudaki görüşlerini “Din değiştirmek bile Musevileri Yahudi aleyhtarlığının baskısından kurtaramaz. Almanlar, Yahudilerin ırklarından ve burunlarından onların inançlarından daha fazla nefret ediyorlar. Reform, din değiştirme, eğitim ve medeni haklara kavuşma, hiçbiri Alman Yahudilerine toplumun kapılarını açamaz”  sözleriyle açıklamaktadır.

Ona göre Yahudi Sorununu çözmenin tek yolu Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmaktır. O zamanlar Filistin topraklarını elinde bulunduran Osmanlı Devleti’nin durumu da kötüdür. Avrupa’nın Hasta Adamıdır. Hess Filistin de bir Yahudi Devletinin kurulmasıyla Osmanlı Devleti’nin de dirileceğini umar. Avrupa’nın bu devleti onaylayacağı düşüncesindedir. Osmanlıların da buna itiraz etmeyeceğine inanır ve Babıâli’ye “Bize ülkemizi geri verin, bizim paramızla da çürüyen imparatorluğunuzun diğer taraflarını tamir edin” diye seslenir.

Museviliğin millet oluşturacak niteliklere sahip olduğu fikrini savunan diğer bir Yahudi aydını da Odessalı doktor Yehuda Leib Pinsker’dir. (1821-1891) yılları arasında yaşamıştır. Moskova Üniversitesi’nde tıp eğitimi görmüş, Kırım Savaşı sırasında kolera ile mücadelede gösterdiği başarıdan dolayı Çar tarafından ödüllendirilmiştir.  Pinsker, Rusya’da yaşayan Musevilerin Ruslar gibi bazı medeni hak ve özgürlüklere sahip olabileceklerine inanmaktadır. Bu inancından dolayı “Museviler Arasında Rus Kültürünü Yayma Derneği”ne üye olmuş, hatta Rusça bir dergi çıkartmaya çalışmıştır. 1881 yılından itibaren Rusya’da başlayan Musevi soykırımı Pinsker’e tüm iyi niyetlerine rağmen diğer milletlerle birlikte yaşamayacaklarını göstermiştir. 1882 yılında soykırıma tepki olarak aslı Rusça olan “Kendi Kendine Kurtuluş” isimli bir eser kaleme alarak Yahudi Sorununu teşhis ederek ve çözüm yollarını göstermiştir.

Pinsker’e göre Doğuda olsun,  Batı da olsun Yahudi aleyhtarlığı, tedavisi olmayan psikolojik bir hastalıktır. Bu hastalık kalıtımsal olduğu için  de zamanla geçmesi mümkün değildir. Meselenin özü ise, Musevilerin yaşadıkları ülkelerde kendilerine has yaşam tarzlarını, kültürlerini koruyarak ayrı bir ulus oluşturmalarıdır. Museviler bu özelliklerinden dolayı ev sahibi milletler tarafından hoş görülmüyorlardı. Bu durum Yahudilerin yaşadıkları hemen her ülkede aynıdır.

Bütün bunlara rağmen Pinsker, sorunun Devletler arası politikada eşitlik ve karşılıklı saygı ilkesi çerçevesi içinde İsrailoğullarının diğer milletlerle eşit bir statüye kavuşmasıyla çözülebileceğini iddia eder. Bunun için de Yahudilerin eski topraklarına dönerek orada milli egemenlik prensibine dayalı bağımsız bir devlet kurarak milletler cemiyetine mensup diğer milletlerle eşit bir statüye sahip olmaları gerektiği, böylece Yahudileri kınamak ve aşağılamak için bir neden kalmayacağı düşüncesindedir.

Bu düşüncenin gerçekleşmesi için önce Filistin’de kolonizasyon gerekli olduğunu, bunun ileride başvurulacak diplomatik çabalara zemin hazırlayacağını savunmaktaydı. Ona göre Kolonizasyon, diplomasinin öncüsü ve hazırlığı olmalıdır. Sonucu değil. Filistin’deki kolonileşmiş Yahudi Yerleşim merkezleri Siyonistlerin büyük Avrupa devletleri ile olan diplomatik görüşmelerinde politikalarının temel taşı, Batı’yı siyonizme ikna edecekleri bir koz olmalıdır. Yahudiler Avrupa devletlerine Filistin’de Yahudi ulusal yurdu kurmak için haklı bir gerekçe gösterebilirlerse, Batı Siyonizmin tezini kabul edebilirdi. Batının bu tezi benimsemesi demek Osmanlı Devleti’ne Filistin’de siyonsitlerin istediklerine kavuşabilmeleri için gerekli baskıyı yapmaları demektir.

Pinsker’in düşüncelerini benimseyen Musevi toplulukları yöresel dernekler kurarlar. Tarihe “Siyon Aşıkları” denen bu hareket Rusya ve Doğu Avrupa’da hızlı bir şekilde gelişir. Üye sayısı kalabalıklaşır. Beli bir gelire ulaşır. Pinsker teşkilatlanma yolunda bazı faaliyetlerde bulunur. Kongreler düzenler. Kongrelerde Filistin’e yerleşen kolonizatör Yahudilerin ihtiyaçları, hayatlarını devam ettirmeleri için çözüm yolları üzerinde çalışmalar yapılır. Filistin’deki Yahudilere para yardımı yapmak için Avrupa’daki bazı şehirlerde şubeleri olan bir teşkilat kurar. Bu gayretlerin neticesinde Filistin’deki Musevi nüfus ve faaliyetler artmaya başlamıştır.

Görüldüğü gibi Siyonizm fikrini ele alan din adamları ve diğer aydınların fikirlerinde, teşebbüslerinde hep Filistin’e yerleşme fikri vardır. Ortak nokta Filistin’e yerleşmektir.

Filistin’e yerleştikten sonraki durum hepimizin gözü önünde cereyan ediyor zaten.

 

Selam ve muhabbetle.

Kaynak: Mim Kemal Öke, Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1914), Üçdal Neşriyat, 1992.

 

Youtube Kanalım: https://www.youtube.com/@metinuygun713

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haberpoligon.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.