Hikâye Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün ünlü Siyasetname isimli kitabında geçiyor.
Nizamülmülk kitabında, yöneticilerin devleti nasıl idare etmeleri gerektiği hususlarına yer vermektedir.
Kitapta, devlet idaresinin her kademesinde yöneticilik yapan devlet adamlarının, başta devlet başkanları, vezirler, valiler, vergi memurları ve kadılar olmak üzere diğer devlet yöneticilerinin devleti yönetme işinde nasıl hareket etmeleri gerektiği anlatılmakta, idarecilerin halka nasıl davranmaları gerektiği hususunda tarihten örnekler verilmektedir.
Konuyla ilgili hadisi-i şeriflere yer verilerek yöneticiliğin, idareciliğin esasları, temel prensipleri üzerinde durulmaktadır. Bunlar, tarihten hikâyelerle anlatıldığı için içerik hem zenginleşiyor ve hem de ilgi çekici hale geliyor.
Biz bu yazımızda kitaptan kahramanları Şah Behram ile onun veziri Rast Ruşen ve bir de çoban olan ibret verici, ders verici bir hikâyeyi ele almak istiyoruz.
Hikayede, devletin başının devlet işlerini düzgün, ehil ve liyakatli kimselere vermesi, onları denetlemesi, suçları ve ihmalleri varsa cezalandırması şeklinde mesajlar verilmektedir.
Yine halkın huzuruna, askerin her daim hazır tutulmasına, adalete ve memleketin imar edilmesine dair mesajlar da çıkarabiliriz bu hikâyeden.
ŞAH BEHRAM, VEZİR RAST RUŞEN VE ÇOBAN
Rivayet olunur ki Şah Behram’ın kendisine çok güvendiği, bütün devlet işlerini emanet etmiş olduğu Rast Ruşen isminde bir veziri vardı. Şah Behram kendisi, gece gündüz demeden içer, eğlenir ve ava çıkardı. Devletin işlerini de tamamen çok güvendiği Rast Ruşen isimli vezirine bırakmıştı.
Bu vezir, Şah Behram’ın vekillerinden birisini çağırır ve ona şu şekilde konuşur:
“Kendilerine gösterilen aşırı adaletten ötürü halk küstahlaşmış, idaresi zorlaşmıştır. Şayet tedbir alınmazsa korkarım bir felaket baş gösterecektir. Padişah işret meclisleri ve av partileriyle meşgul olduğu için halkın halinden haberdar değildir. Bir fitne fesat ortaya çıkmazdan evvel sen onları yola getir. Ancak bilmelisin ki, yola getirmek de iki şekilde olur. Kötüleri bertaraf etmek ve iyilerden mal almak. Kimin malına el koy dersem onun malına el koy.”
Bu şekilde vekil her kimi yakalıyorsa vezir ondan rüşvetini alır, vekile de kendi payını almasını emrederdi. İş o dereceye vardı ki, cümle âlemin malı mülkü, atı biniti, güzel köle ve cariyesine el kondu. Sonunda halk fakir düştü. Bütün soylular yerlerinden yurtlarından oldular. Diğer taraftan Şah Behram’ın hazinesi de bu durumdan olumsuz etkilendi.
Bu gidişat böyle devam ederken Şah Behram’a, güçlü ve çetin bir düşman musallat oldu. Askeri teşvik için onlara bahşiş vermek ve orduyu donatıp düşmana karşı seferber etmek isteyen ama hazineden elleri boş dönen Şah Behram, memleketin ileri gelenlerinden bunun sebebini sordu.
Onlar, nice zamandır şehirde falancaların yurtlarından olup filan memlekete göç etmek zorunda kaldıklarını dile getirdiler. Şah Behram bunun sebebini sorunca, vezirden korkmaları sebebiyle bilmiyoruz demekle yetindiler.
Şah Behram, bütün gün ve gece boyunca bu konuyu zihninde değerlendirdi. Ama bir türlü sorunun nereden kaynaklandığını çözemedi.
Ertesi gün tahtına kurularak çöle doğru yola koyuldu. Bir yandan gidiyor, bir yandan da düşünüyordu. Bu arada bir hayli yol almıştı. Yolda açlık ve susuzluk tesirini gösterdi. Su içmeye ihtiyaç duydu. Su içme umuduyla ovaya baktığında yükselen bir duman bulutu gördü. Muhakkak orada birileri vardır diyerek dumanın geldiği tarafa yöneldi. Yaklaştığı vakit uyuklamakta olan bir koyun sürüsü, kurulu bir çadır ve darağacına çekilmiş bir köpek gördü.
Hayretler içinde çadıra daha da yaklaştı. Çadırdan bir adam çıkarak ona selam verdi. Onu tahtından indirdi ve hazırda yiyecek nesi varsa Şah Behram’ın önüne koydu.
Kendisinin kim olduğunu bilmeyen adama, Şah Behram: evvela, yemek yemezden önce şu köpeğin hikayesini anlat bakayım dedi.
Darağacına Asılan Köpek
Delikanlı hikayeyi şöyle anlattı. Bu, benim sürüye göz kulak olması için görevlendirdiğim köpeğimdi. On adama bedel işler çıkarttığını ve onun korkusundan hiçbir kurdun bu koyunlara yaklaşmaya cesaret edemediğini biliyordum. Şehire günü birlik gittiğim zamanlarda bu köpek koyunları otlatmaya götürür ve sağ salim geri getirirdi.
Derken aradan bir zaman geçti. Bir gün koyunları sayayım dedim, birkaç koyun eksik çıkmıştı. Buralara hırsız da uğramadığı için ben bir türlü koyunların neden azaldığını anlamıyordum. Bu arada vergi tahsildarı geldi, âdet olduğu üzere her yılki vergiyi istedi. Ama elimdeki koyun sayısı az olduğu için elimde kalan koyunlara el koydu. Şimdi ben o tahsildarın çobanlığını yapmaktayım.
Ben bütün bu olan bitenden habersiz iken, meğerse bizim köpek dişi bir kurt ile dostluk kurarak onunla çiftleşmiş.
Günlerden bir gün odun toplamak için kıra gitmiştim. Dönerken de koyun sürüsünü görecek bir yüksekliğe çıkmıştım. Otlamakta olan sürüye doğru ilerleyen bir kurt gözüme ilişti. Bir diken çalılığın arkasına gizlenip olan biteni izlemeye koyuldum. Köpek kurdu görür görmez kuyruğunu sallamaya başladı. Kurt ise sakin sakin öylece dineliyordu. Köpek sırtına çıkarak kurda abandı. Sonra bir köşeye çekilip, sızdı.
Daha sonra kurt sürüye dalarak bir koyunu kaptığı gibi parçaladı ve yedi. Köpeğin buna hiç sesi çıkmadı. Ben köpeğin kurtla olan bu alışverişinden haberdar olunca iflasımın sebebinin köpeğin bu başıbozukluğu ve ihaneti olduğunu anladım. Ben de ihanetinin cezası olarak tuttum onu astım.
Vezirlerimiz Halkımızı Emanet Ettiklerimizdir
Bu sözlerden çok hoşlanan Şah Behram anlatılanlara oldukça şaşırmıştı. Oradan dönüşte bütün bir yol boyunca, o çobanın hikâyesini zihninde tartarak, kendi meselesiyle örtüşen noktalar üzerinde kendi kendine düşünüyordu.
Mesele tıpkı şunun gibiydi. “Teb’amız, halkımız bir sürü, vezirlerimiz sürüyü emanet ettiklerimizdir. Memleket ve halkın hali perişandır ve bunun sebebini kime sordumsa gerçeği söylemiyor. İyisi mi vezir Rast Ruşen’den başlayayım işe” dedi.
Şah sarayına döner dönmez derhal yakalanıp hapse atılanların ruznamelerini, defterlerini istedi. Tepeden tırnağa bütün gerekçelerde vezirin alçaklıklarını görüp, insanlara karşı iyi davranmadığını, halka reva gördüğü kötülükleri ve adaletsizliğini anladı ve teşhisi şöyle koydu:
“Sözde adı Rast Ruşen olan vezirim gerçekte karanlık ve yalancıymış. Ben kendi ellerimle onu o kadar semirtmişim ki zavallı halk, korkusundan içinde bulundukları hali bana söylemeye cesaret edemiyor.
“İşin çaresi şudur ki, yarın vezir dergâha gelince devlet büyüklerinin önünde onu rezil edip ayaklarına ağır zincirler vurarak zindana attıracağım. Diğer mahkûmların huzuruma getirilmelerini emredip davalarıyla bizzat ben ilgileneceğim” diyerek meselenin üzerine girmeye karar verdi.
Münadilerden, Bütün Halka Şöyle Seslenmelerini İstedi:
Şah Behram, habercilerden halka şöyle bir ilanda bulunmalarını, halka şu haberi ilan etmelerini istedi:
“Ahali! Behram Şah, veziri Rast Ruşen’i görevinden almıştır. Onun zulmüne maruz kalan, ondan şikayeti olanlar, mağdurlar gelsinler de davasına bakıp hakkını teslim edelim. her kim bir zulme uğramışsa başlarına gelenleri beyan için mutlaka işinin başına döndürüp ona hil’at sunayım. Yok, eğer bana ve size karşı bir sadakatsizlik ve ihanet eylemiş ise, o çobanın köpeğe yaptığını misliyle yapacağım” dedi.
Şah Behram ertesi gün emirlerin, beylerin ve büyüklerin huzura gelmesini istedi, vezirler yerlerine geçtiler.
Şah Behram yüzünü vezire dönerek, “memlekete musallat ettiğin bu buhran nedir? Askeri açlıktan kırmış, teb’ayı perişan eylemişsin. Sana askerin erzakını tam vaktinde ulaştırmanı, memleketi imardan geri durmamanı, halktan hakk olan dışında haraç almamanı, hazineyi dolu tutmanı ferman buyurmadık mı? Şimdi baktığımızda ne hazinede para, ne askerde erzak kalmış. Halk aç ve ilaçsız. Benim şarap ve av ile başım hoş olduğu için halk işlerinden haberimin olmadığını mı zannettin. iş zannettiğin gibi değildir” dedikten sonra onun vezirliğine bakmadan ayaklarına zincirler vurulmasını ve karga tulumba götürülmesini emretti.
Daha sonra şehre bir haberci göndererek halka, şahın, veziri Rast Ruşen’e gazaplanarak onu görevden aldığını ve bir daha ona devlet işi vermeyeceğini, onun zulmüne uğrayanların çekinmeden, korkmadan dergaha gelmelerini, gasp edilmiş haklarını temin için şaha şikayetlerini arz etmelerini, halka ilan etmesini istedi.
Daha sonra şah, zindana atılanların tez elden huzuruna getirilmelerini emretti. Bütün tutuklulara tek tek, hangi suçtan alıkonduklarını sordu.
Mahkûmların neredeyse hepsinin zulümle malına el konmuş, değerli arazileri ellerinden alınmış, ziynet eşyaları gasp edilmiş ve haklarını aramamaları için çeşitli suçlar isnat edilerek zindana atılmışlardı.
Şahın fermanını işitip dergaha gelen ahali de oldukça kalabalıktı. Kanunsuzlukları ve halkın halini gören Şah Behram, vezirin hapisle cezalandırılmasının yaptıkları zulüm karşısında hafif kalacağını düşündü.
Daha sonra şah, vezirin evinden evrak torbasını getirtip evrakları inceledi. Evraklar arasında da ihanet belgeleri buldu.
Vezire ait mal mülk hayvan ne varsa getirilmesini ferman buyurdu. Kölelerine el konulmasını emretti. Vezirin bütün her şeyini satarak hak sahiplerine iade etti.
Dergahın Önüne Yüksek Bir Darağacı Kuruluyor
Şah Behram Dergahın önünde yüksek bir darağacı kurulmasını emretti. O çobanın köpeği astığı gibi veziri darağacına çektiler. Daha sonra vezirle iş birliği yapanlar da aynı kaderi paylaştılar.
Şah halka yedi gün boyunca şöyle ilan edilmesini emretti:
“Kendi öz erbabına ve padişahına hıyanet edip, düşmanlarıyla iş birliği yapan, Allah’ın kullarına zulmeden, Rabbine ve efendisine karşı küstahlık edenlerin sonu budur!”
Daha sonra Şah Behram vezirliği temiz birisine verdi. Memleket huzur buldu, işler düzeldi, halk zulüm ve zorbalıktan kurtuldu.
Şah Behram çobana ayrılırken bir ok vererek, onun bu okla yanına gelmesini, bu iyiliğinin karşılığını ödeyeceğini söylemişti. Çoban Şah Behram’ın yanına geldi. Huzuruna çıkarıldı.
Behram, oradakilere dönerek, “Efendiler! Biliniz ki devlet meselelerinde gözümü dört açmamı sağlayan işte bu kişiydi” dedikten sonra sahraya gidişini, çobanı ve onun köpeği asma hikayesini anlattı. “Bu şahıs benim uğurumdur” diyerek ona hil’at ve kendi sürüsünden 700 koyun vermelerini emretti. Çobana daha nice hediyeler verildi. Daha sonra Şah Behram, “yaşadığım sürece ondan vergi alınmasın” diye ferman buyurdu.
Şah Behram’ın bu kadar müşkülatlı durumun üstesinden gelmesinin hikâyesi budur.
Selam ve muhabbetle…
Youtube Kanalım: https://www.youtube.com/@metinuygun713